Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Gereğini yaparız'
Erzurum Seçimleri- AK Parti Dış İlişkiler Başkanlığı Geleneksel 10. Büyükelçiler iftarında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar’a uygulanan yaptırımları doğru bulmadığını söyledi.
Bölgedeki sorunların henüz çözüme kavuşmamışken yeni sıkıntılarla karşı karşıya kalındığını belirten Erdoğan, “Katar’a karşı başlatılan yaptırımları doğru bulmadığımızı peşinen ifade etmek istiyorum. Dayanışma ve işbirliğine her zamankinden daha çok ihtiyacımız bulunduğu bir dönemde yaşanan bu hadise bölgemizdeki hiçbir ülkenin yararına değildir. Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin kendi aralarındaki meseleleri karşılıklı diyalog yoluyla çözmesi en doğru yoldur.
Bu çerçevede Katar’ın ortaya koyduğu soğukkanlı ve yapıcı tutumu taktirle karşılıyoruz. Terör örgütlerine karşı etkin bir mücadele verdiğini yakinen bildiğimiz Katar’ın izole edilmeye çalışılması hiçbir sorunun çözümüne katkı sağlamayacaktır. Türkiye olarak 15 Temmuz darbe girişimi başta olmak üzere en zor zamanlarımızda daima desteklerini hissettiğimiz tüm dostlarımız gibi Katar ile ilişkilerimizi geliştirerek sürdüreceğiz. Diğer ülkelerin Katar ile olan sorunların çözümü konusunda da üzerimize düşen her görevi yapmaya hazırız. Bu çerçevede dünden itibaren çeşitli temaslarda bulunmaya başladık” diye konuştu.
“Katar’ın bir terör zanlısı olarak tavsif edilmesini çok ağır bir itham olarak görüyorum”
Katar ile ilgili yaşanan sorun konusunda liderlerle yaptığı telefon görüşmelerinden bahseden Erdoğan, “Öncelikle Katar Emiri Şeyh Temim kardeşim ile telefonla görüşerek yaşananlardan dolayı duyduğumuz üzüntüyü kendisine ifade ettim. Bütün bu görüşmelerdeki konu, Körfez’deki bu sıkıntıların aşılmasıydı. Bugün de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo, Bahreyn Kralı Hamad bin İsa Al Halife, Ürdün Kralı 2. Abdullah, Lübnan Başbakanı Saad Hariri ve Malezya Başbakanı Necip Tun Abdürrezzak ile telefon görüşmeleri yaptım.
Bütün bu görüşmelerimde derdim bu sorunu nasıl aşarız, Körfez’e yeniden bu birliği, beraberliği nasıl getiririz. Her şeyden önce bu mübarek ayda, Müslümanlar için bu ay haram ayıdır. Bu ayda Müslümanın Müslümana kanı haramdır. Canı, malı, ırzı haramdır. Burada hassas olmamız gerekiyor. Yarın ve sonraki günlerde de görüşmelerimizi devam ettireceğiz. Körfez’de yaşanan bu krizin bir an önce çözüme kavuşturulması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz. Bu konuda en kısa sürede Katar’a yönelik tüm yaptırımların kaldırılacağını ümit ediyorum. Katar’ın bir terör zanlısı olarak tavsif edilmesini çok ağır bir itham olarak görüyorum. Uzun yıllardır, yani 15 yıllık cumhurbaşkanlığım ve başbakanlığım döneminde kendilerini yakından iyi tanıdım, biliyorum. Yoksa böyle bir durum söz konusu olsa karşılarına çıkacak ilk devlet başkanı ben olurdum, ilk başbakan ben olurdum. Ama böyle bir şey görmedim. Burada farklı bir oyun oynanıyor ama bu oyunun arkasında kimler var şuanda onu henüz tespit edebilmiş değiliz.
Bölge ülkeleri olarak gücümüzü ve enerjimizi kendi iç mücadelelerimiz yerine sorunun asıl kaynaklarına yöneltmemiz gerekiyor. Bölgenin daha da karışması, gerilimin yükselmesi, tansiyonun artması için fırsat kollayanların umutlarını hep birlikte boşa çıkartmalıyız. Başka türlü terör ateşinin Suriye, Irak, Yemen, Libya gibi ülkelerden diğer yerlere sıçramasının önüne geçemeyiz. Yemen’i çözebildik mi, Libya’yı çözebildik mi, Suriye’yi çözebildik mi, Irak’ı çözebildik mi? Şimdi yeni bir ihtilaf alanı niçin meydana getirmeye gayret ediyoruz” şeklinde konuştu.
“İkircikli tavırlar bizi üzüyor”
Küresel anlamda oldukça zorlu ve sancılı bir süreçten geçildiğine dikkat çeken Erdoğan, “Sadece ülkemizin içinde yer aldığı coğrafya değil, dünyanın birçok bölgesinde terörden açlığa, iklim felaketlerinden düzensiz göçe, İslam düşmanlığından kültürel ırkçılığa kadar farklı meydan okumalarla yüzleşiyoruz. Son 1 haftada yaşadığımız acı hadiseler karşı karşıya bulunduğumuz bu çetin sınamaların en bariz yansımalarıdır.
Afganistan ve İngiltere başta olmak üzere dünyanın neresinde olursa olsun kalleş terör saldırılarında hayatlarını kaybedenler için ülkem ve milletim adına taziyelerimi sunuyorum. Ayrıca geçtiğimiz yıl FETÖ mensubu bir terörist tarafından suikasta uğrayan Rusya Federasyonunun Ankara Büyükelçisi Sayın Karlov’u da yad ediyorum. Çünkü o da bizim bu sofralarımızın müdavimlerindendi. Büyükelçi Karlov’u tecrübeli bir diplomat, iyi bir insan, ülkemizin gerçek bir dostu olarak daima hatırlayacağız. 30 yılı aşkın süredir bölücü terör örgütü ile mücadele eden, bu süreçte 50 binin üzerinde vatandaşını terör eylemlerinde kurban vermiş bir ülke olarak dostlarımızın yürek sızısını biz çok iyi anlarız. Teröristin kimliğine, söylemine, mağdurların milliyetine bakmadan tüm terör eylemlerini lanetliyoruz. Bizim nazarımızda Londra’da katledilen masum ile Suriye’dekiler, Pakistan’dakiler arasında fark yoktur. Ankara’da Kızılay Meydanı’nda iş çıkışı evlerine dönmek için umutla otobüs bekleyenleri öldüren PKK’lılar neyse, altındaki aracı yayaların üzerine süren DEAŞ’lılar da aynıdır.
Masumların canları ve kanları üzerinden ikbal devşirmeye çalışan bu cinayet şebekeleri hepimizin ortak düşmanlarıdır. Elbette terörizmle mücadeleyi sadece teröristle mücadeleye indirgeyen bir anlayışa sahip değiliz. Asla olmadık. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki salt güvenlik tedbirleri ile terörün kökünü kurutmak mümkün değil. Terörü ortaya çıkartan, besleyen, belli toplumsal gruplar arasında makes bulmasını sağlayan sebepleri tespit edip gereken tedbirleri almadan asıl sorunu çözemeyiz. Bizde bir söz var ‘bataklığı kurutmak’ meselesi, sineklerle uğraşmak işi bitmiyor, bataklığı kurutmak gerekiyor. Sınır ve mesafe tanımayan küresel terör tehdidini bertaraf etmenin yolu işbirliğimizi, dayanışmamızı, güvenlik ve istihbarat birimleri arasındaki bilgi paylaşımını daha da artırmaktır.
Bunun için Türkiye olarak ‘dost acı söyler’ ilkesi ile her fırsatta tutarlılığa, kararlılığa ve küresel ölçekte işbirliğine vurgu yapıyoruz. Maalesef onca çabamıza rağmen terörizmle mücadele konusunda halen beklentilerimizin çok uzağındayız. Kendi vatandaşlarımızın can güvenliğini ve insanlığın geleceğini tehdit eden böylesine önemli bir mesele karşısında şahit olduğumuz ikircikli tavırlar bizi gerçekten üzüyor. Yüzlerce insanını terör saldırılarında kaybetmiş dost ve müttefik ülkeler bile iyi terörist kötü terörist ayrımına gidebiliyor. Bugün bunu hala yapanlar var. Sivilleri katleden, etnik temizlik yapan, farklı görüşe ve kimliğe sahip kim varsa baskı altına alan terör örgütlerine sahip çıkılması hepimize pimi çekilmiş bombanın üzerinde yaşamaya zorluyor. Sırf bölgedeki politikalarına hizmet ettikleri için terör örgütlerine karşı kararlı bir duruş sergilemek yerine milis güç gibi tanımlamalarla aklayanlar hayati bir hata yaptıklarını çok yakında anlayacaklardır. Tarih bize bu tür yanlışların daha sonra ölümcül tehditler olarak muhataplarına geri döndüğünü göstermiştir. 1980’lerde Güney Asya’da taktik ve stratejik sebeplerle girişilen maceraların ağır faturalarını hep birlikte ödüyoruz. Komşumuz Irak’ta sonuçları iyi hesaplanmadan atılan bazı adımların etnik ve mezhebi fay hatlarını nasıl harekete geçirdiğini, toplumsal barış ve istikrarı nasıl tahrip ettiğini hep birlikte görüyoruz. Yıllara sari acı tecrübeler neticesinde tesis edilen düzeni tekrar rayına oturtmanın çok daha meşakkatli ve maliyetli olduğunu unutmamalıyız” diye konuştu.
“Topraklarımıza yönelik en ufak bir taciz olacak olursa biz de gereğini yaparız”
Suriye’de terör örgütü DEAŞ’a karşı terör örgütü PYD’nin devreye alınmasına sert tepki gösteren Erdoğan, “Böyle bir stratejik körlük bugün maalesef komşumuz Suriye’de yaşanıyor. DEAŞ terörünü bertaraf etmek için bir başka eli kanlı örgüt devreye alınıyor. Dost acı söyler ama gerçeği söyler. Ben onu söylüyorum. Bunun adı kanı kanla temizlemeye çalışmaktır. Taktik sebeplerle bile olsa işgal ettiği bölgelerde etnik temizlik faaliyeti yürüten, kimi zaman rejim ile kimi DEAŞ ile işbirliği yapan bir terör örgütüne arka çıkmak asla doğru değildir. Siyasi çözüm vizyonu ortaya koymayan, bölgenin tarihi, sosyal ve kültürel dinamiklerini yok sayan bir inisiyatifin başarı şansı yoktur. Kendisinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımayan terör örgütü kesinlikle demokratik güç olamaz. Böylesi bir yapıyı tarif edecek tek ifade terör örgütü kavramıdır. Suriye’de bu terör örgütüne verilen silahların çok yakında ülkemize, bölgemize ve tüm dünyaya dönmesi kuvvetle muhtemeldir. Son dönemde PKK terör örgütüne ait sığınaklarda ele geçirdiğimiz silahların menşei ülkemizin bu konudaki endişelerinin haklılığını ispat ediyor.
Bu bölgeyi biz tanırız. Biz bu bölgede 40 yıldır PKK ile mücadele veriyorsak, 40 bini aşkın insanımızı kaybettiysek bunun dertlisi biziz. Birileri bunu anlamayabilir. ‘Ben senin dostunum’ demek işi çözmüyor. Bizde bir söz vardır: ‘Bal bal demekle ağız tatlanmaz.’ Balı yersen ağız tatlanır. Biz lafla peynir gemisini yürütmüyoruz, bize icraat lazım. Suriye ve Irak’ta yaşanan krizlerin yansımalarını çok yakından hisseden bir ülke olarak bu konudaki hassasiyetimizin gözetilmesini beklemek en tabi hakkımızdır. Yüzlerce vatandaşını DEAŞ teröründe kaybetmiş olan ülkemiz herkesten fazla bu bataklığın kurutulmasını arzu etmektedir. Biz 3 bine yakın DEAŞ’lıyı etkisiz hale getirdik.
DEAŞ’a karşı savaştığını söyleyenler acaba şuana kadar kaç tane DEAŞ’lıyı etkisiz hale getirdiler, bunu bize açıklayabilirler mi? Cerablus’tan DEAŞ’ı çıkarttık, Rai’den, Dabık’tan, El Bab’dan çıkarttık. Eğer onlara kalsaydı hala bunlar orada kalacaklardı. Gelin bu işi beraber yürütelim dememize rağmen bu işi bizim terör örgütü olarak ilan ettiğimiz PYD ve onun silahlı kanadı YPG ile yürüteceklerini söylüyorlar. Bize düşen de hayırlı olsun. Ama bizim topraklarımıza yönelik en ufak bir taciz olacak olursa biz de gereğini yaparız. Bu artık bizim gerek NATO ülkesi olarak gerekse savunma haklarımızı kullanma olarak bunu yapmamızı gerekli kılar. Milletimizin daha fazla bedel ödemeye tahammülü kalmamıştır.
Kimse bizden terör örgütlerine müsamahalı davranmamızı bekleyemez. Kato Dağı’nın tepesinden bin metre dikey aşağı, onun altında şehir, bakıyorsunuz, 100-200 metre dağın altında şehirler, mağaralar, inler, oralarda lojistik malzemeler, silahlar. Maalesef dost bildiklerimizin silahları oralarda stoklanmış. İşte o Tümgeneralimiz, Aydoğan Paşa’mız oradayken bir telefon konuşmamız olmuştu, ondan 1 hafta sonra o kardeşimiz helikopterle beraber, yanında 12 subayımızla beraber şehit oldular. Türkiye olarak sınırlarımızın ötesinden bize yönelen tehditleri önleyici ve proaktif bir güvenlik paradigmasıyla kaynağında çözmeye kararlıyız. Fırat Kalkanı Harekatı DEAŞ’ın saldırılarına karşı verdiğimiz bir cevaptır. Bu harekat ile Dabık ve El Bab gibi terör örgütü açısından mistik anlamları olan yerlerinde içinde olduğu 2 bin 200 kilometrekarelik alanı DEAŞ’tan temizledik. Operasyon sırasında da 3 bin civarında DEAŞ’lı teröristi etkisiz hale getirdik. 25 Nisan’da Sincar ve Kuzey Suriye’deki terör kamplarına düzenlediğimiz hava harekatları bu konudaki kararlılığımızın bir göstergesidir. Açık konuşuyorum, ne güney sınırımız boyunca bir terör koridorunun ne de Irak’ın Kuzeyinde yeni terör yuvalarının oluşmasına izin vermeyeceğiz. Bu konuda tarafımıza verilen taahhüt ve garantilerin takipçisi olmayı sürdüreceğiz. Bu demek değildir ki, terör örgütlerinin saldırılarına karşı oturacağız, yok böyle bir şey. Sınırlarımıza ve ülke güvenliğimize yönelik herhangi bir hareketlenme tespit ettiğimiz anda gerekeni yapmakta asla tereddüt göstermeyiz. Bizim ne Irak topraklarında ne Suriye topraklarında birilerinin olduğu gibi gözümüz yok. Bize bizim topraklarımız yeter. Bütün mesele oralarda gözü olanlara sesleniyoruz, Suriye Suriyelilerindir, Irak Iraklılarındır. Bu konuda biz Iraklılara da Suriyelilere de sahip çıkalım ve oraların bölünmesine fırsat vermeyelim” şeklinde konuştu.
“196 ülkenin de dönerli olarak içinde yer aldığı BM Güvenlik Konseyi lazım”
Başta BM Güvenlik Konseyi olmak üzere küresel güvenlik sisteminin zamanın ruhuna uygun bir şekilde güncellenmesinin şart olduğunun altını çizen Erdoğan, “Hepimiz dünyaya gözlerimizi iki kutuplu bir sistemde açtık. Öğrencilik yıllarımız, gençlik dönemlerimiz boyunca bu iki kutbun farklı kıtalarda, ülkelerde ve alanlarda yürüttüğü mücadeleyi izledik. Dünyamızı büyük bir felaketin eşiğine sürükleyecek nükleer bir savaşın eşiğinden döndüğümüz son derece kritik günler yaşadık. Dünya siyasetinin sıfır toplamlı bir oyun alarak görüldüğü, nüfuz alanlarını genişletmek için acımasız vekalet savaşlarının verildiği yıkıcı, yorucu ve gereksiz güç mücadelelerine şahitlik ettik. Diyorlar ki ‘sizi rejim çağırdı mı?’ İlla çağırması mı gerekiyor. ‘Ama bizi çağırdı. Rejim bizi çağırdığı için biz Suriye’deyiz’ diyorlar. Öbür tarafta da ‘rejim bizi çağırdığı için biz Irak’tayız’ diyorlar.
Sizi rejim çağırabilir ama rejimin kendisi zaten zalim. Bizi de halk çağırdı, halk çağırdığı için biz oradayız. İnsani yardımlarımızı biz oralara ulaştırıyoruz. Soğuk savaşın bitimiyle birçok ülkenin bağımsızlıklarına kavuşmasını hepimiz sevinçle karşıladık. Bugün ise 50 yıl öncesinden, 25 yıl öncesinden, hatta 10 yıl öncesinden çok farklı manzara ile karşı karşıyayız. Her şeyin kökten değişime uğradığı bu süreçte mevcut o güvenlik mimarisinin ve dış politika paradigmasının değişmesi de kaçınılmazdır. BM Güvenlik Konseyinde varlığını hala çok güçlü bir şekilde sürdüren ve iki kutuplu dünyanın kalıntısı olan statüko günümüzün ihtiyaçlarına cevap veremiyor. İnsani müdahalelerden terör gibi asimetrik tehditlerle mücadeleye kadar birçok alanda bu yapının sebep olduğu sıkışmışlığı yaşıyoruz. Başta Güvenlik Konseyi olmak üzere küresel güvenlik sisteminin zamanın ruhuna uygun bir şekilde güncellenmesi şarttır.
Onun için dünya 5’ten büyüktür diye özetlediğimiz bu değişim Türkiye ile birlikte dünyadaki ülkelerin birçoğunun da temel beklentisidir. Şuanda bu salonda bulunan büyükelçilerimizin birçoğu dünya 5’ten büyüktür gerçeği devreye girdiği zaman bu salonda BM Güvenlik Konseyinin 20 daimi üyesinden birinin temsilcisi olarak bulunacaklar. Artık dünyada biz İkinci Dünya Savaşı’nın şartlarını yaşamıyoruz. Şimdi 5 tane ülke daimi üye, 15 tane geçici üye. Geçici üyelerin orada kıymeti harbiyesi yok. Her şey o 5 tanede üyeden 1 tanesinin iki dudağının arasında, ne derse o oluyor. Suriye’yi, Irak’ı çözebildiler mi, Azerbaycan Ermenistan arasındaki sorunu çözebildiler mi? 22 yıl oldu ne yapıyor bu Minsk üçlüsü. Bunların üçü de BM Güvenlik Kurulunun üyesi değil mi, niye bunu hala çözemiyorlar. Çözemezler, çünkü içlerinden birisi ‘hayır’ diyorsa orada çözüm yok. BM’de Azerbaycan haklı, aynı şey şuanda Ortadoğu’da da bu şekilde, Filistin ile ilgili çok karar çıkıyor ama uygulama imkanı yok. Güvenlik Konseyinde tıkanıyor.
Tüm bunları çözmek için, dünyada 196 ülkenin de dönerli olarak içinde yer aldığı BM Güvenlik Konseyi lazım. Hepsi de orada yer alması lazım. Bunlar aynı anda yer almayacak. 2 yılda bir hepsine orada bir şans gelir. Bırakın daimi üye olmayı, geçici ülke olmak için bile ülkeler ne kulisler yapıyor. Bu gerçekleri görelim artık. BM’nin asli görevi adalettir. Bu adaletin tesisi için de önce BM Güvenlik Konseyinin adaleti dağıtması gerekir ama bu yok. Bakın hala Libya sorunu çözülemiyor. Libya bir zamanların petrol deryası ve korkunç mali imkanlarla Libya büyük bir darbe yedi. Çok iyi hatırlıyorum o gün Libya’nın mevcut parası şuanda yok denecek noktaya geldi. Büyükelçisi burada bilir. Bende iyi takip ettim o süreci iyi bilirim. Erittiler, fatura kesmek kolay. Bu gerçekleri de göreceğiz. Bize düşen adalettir. Bir adalet, iki istişare, üç liyakat. Kadronuzu liyakat ehli elemanlarla kuracaksınız, istişare etmeden adım atmayacaksınız ve kararlarınızı da adaletle vereceksiniz. Bütün bu konularda hep birlikte çabalamamız lazım” ifadelerini kullandı.
“Verseniz de vermeseniz de biz bu mazlumları sokakta bırakmayacağız”
“Bugün de tercihimiz yaşanan tüm sıkıntılara rağmen ülkemize verilen sözlerin yerine getirilmesi halinde AB perspektifimizi korumaktan yanadır” açıklamasında bulunan Erdoğan, mülteci meselesine değindi. Erdoğan, “3 milyon mülteci var. AB’den verilen sözler var. Biz şuana kadar 25 milyar doları aşkın para harcadık. Verilen sözler yerine gelmedi, bize AB’den gelen 725 milyon Euro. Hani sözler. Verdikleri söz 3 artı 3, 6 milyar Euro vereceklerdi. Gelse de gelmese de, daha geçenlerde, 25 Mayıs’ta kendileri ile Brüksel’de görüştüm, verseniz de vermeseniz de biz bu mazlumları sokakta bırakmayacağız, elimizden geleni yapacağız. Türkiye’de yeniden veya yeniliğin ve geleceğin partisi olan AK Parti 14 yıla rağmen reformcu ruhunu kaybetmemiştir.
Bizim başarılarımızın sırrını ön yargıların esiri olmuş bazı kesimler yanlış yerlerde aradıkları için hep yanılıyorlar. Bu seferde en son 16 Nisan halkoylamasında olduğu gibi demokrasimizin olgunluğuna yakışmayacak hezeyanlarla, iftiralarla başarımızı gölgelemeye çalıştılar. AK Parti’nin başarısı kökleri ile bağını kopartmadan, milleti ile el ele istikbale yürümesinden kaynaklanır. 16 Nisan’da tarihi bir rekor olan 25 milyon 200 bine yakın oy ile kabul edilen anayasa değişikliği paketi milletimizle kurduğumuz müstesna ilişkinin ve güçlü bağın eseridir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bizden önceki bir çok devlet adamının hayalini kurduğu ancak imkanlar nedeniyle gerçekleştiremediği büyük bir reformdur. Bu sistem ile Türkiye’de demokrasi eşiği daha da yükselmiştir.
Son 14 yılda tesis edilen istikrar ve güven ortamı böylece anayasal güvenceye bağlanmıştır. Bundan sonra demokraside, ekonomide, terörle mücadelede, uluslararası ilişkilerde daha aktif, girişimci bir Türkiye ile karşılaşacaksınız. Bölgesinde ve dünyada barışın, istikrarın, adaletin temini için daha fazla çaba harcayan Türkiye göreceksiniz. Yeni Türkiye’nin kendi vatandaşlarımız başta olmak üzere bölgemizin barışı, huzuru ve istikrarı için umut kaynağı olacağına inanıyorum. 15 Temmuz gecesi sizlerin gözü önünde yaşanan kahramanlıklar bu milletin zorluklar karşısında nasıl kenetlendiğini, bağımsızlığı ve demokrasisi için neleri göze aldığını ortaya koymuştur. Ben bu milletle iftihar ediyorum.
Bizlerde bir taraftan milletimize bu acıları yaşatanlardan hukuk içinde hesap sorarken birileri de dışarıda bize hesap sormaya kalkıyor. Siz bir defa durun. Ülkemde bize darbe yapılıyor, ertesi gün arka arkaya telefon açıp sormadınız bile, günler geçti, baktınız ki darbe hedefine ulaşmadı ondan sonra bize ‘geçmiş olsun’ demeye başladınız. Dostlar alışverişte görsün. Ülkemizi güçlendirmeye, büyütmeye, kalkındırmaya devam edeceğiz. Ne yaparlarsa yapsınlar ekonomide de istediklerine ulaşamadılar, ulaşamayacaklar. Kuşkusuz adaletin tecellisi konusunda sizlere de önemli görevler düşüyor. Sizlerden devletlerinizin Türkiye’deki gözü ve kulağı olarak ülkenizdeki karar alıcıları doğru bir şekilde yönlendirmenizi bekliyoruz” açıklamasında bulundu.
Derya Yetim
- Hınıslı kadınlardan 'evet' sözü
- Recep Aydın ve ekibi geceli gündüzlü çalışıyor
- Bakan Akdağ Oltu’da
- Palandöken İlçe Başkanlığından 15 Temmuz kahraman kadınlar sergisi
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
- İlham Aliyev Parkı Törenle Açıldı
- Vanlı çocuk gülme krizine soktu
- Bilal Erdoğan hedefi 12’den vurdu
- Başbakan ile ayakkabı boyacısı arasında güldüren diyalog
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
- 6
- 7
- 8
Tel : 0850 302 20 29, +90 442 234 95 52 pbx GSM: +90 530 172 64 10 | Faks : + 90 442 234 26 41 | Haber Yazılımı: CM Bilişim